tabutabi blog

tabutabi
44, Çankaya, Turska

Bir gün susmayı öğrendim. Öyle bir sustum ki belki sonsuza kadarsusacaktım.
Çünkü susmak benim küçücük dünyamda babamla kurduğum iletişim tarzıydı.
Babam akşamları eve yorgun dönerdi. Ben bütün gün evde sıkılır onun
gelişini iple çekerdim.
Daha o kapıdan girer girmez boynuna atılır onunla oynamak isterdim. Babam sarılır, öper sonra da, hadi odana git, derdi. Yemek hazırlanınca annem
çağırır bu defa masada bir araya gelirdik babamla.Onlar annemle konuşurken
ben araya girer, sesimi duyuramayınca da bağırırdım. Babam sinirlenir,
'Bütün gün insanlara kafa patlatmaktan bunaldım, birde sen kafamı ütüleme!'
derdi. Annem de 'Bütün gün zaten seninle uğraştım, bir çift laf da mı
konuşturtmayacaksın babanla?'…


Aynanız Ağlıyor mu?
Duru bir sudan daha derindi ayna. Binlerce demir parçasının ateşte eritilip bir bütün demir parçası elde edildiği gibi onu da kim bilir kaç kum tanesinden elde etmişler, içine kim bilir daha neler katmışlardı.

İlk halini hatırlıyor, kendini göremiyordu... Yeni doğmuş bir çocuk gibi şuursuzdu.

Bir yanı siyah giyindiği gün içi gibi her yeri ışıldıyordu. Hele altın rengindeki çerçeveye sahip olduğu gün tacını giymiş kral gibi gülümsüyordu.

Beyaz bir duvara asıldı. Artık sırtını dayadığı duvara bir çivi ile bağlanarak onunla dost olmuştu.

Yaşamın bir penceresi olmuştu. Her şeyi olduğu gibi gerçek, tarafsız ve yorumsuz yansıtan bir pencere.

Ağlayanla…


Denize karşı bir hamakta ıslanabilen düşler heceliyorum.
Yağmur yeni dindi, toprak seni fısıldıyor.
Artık ağlamıyorum, bu kadar ıslaklık yeter.

Körelen günlerin ucunda tüten,
...Ve yolu sana çıkan onlarca şarkı ezberledim.
Yakamozun soğuk raksıyla içime çektiğim yüzlerce gecede,
Yokluğunun zehrini soludum.

Ansızın çark eden anılarımızı yüzdürdüm küçük sularda.
Şimdi dalga seslerine eşlik edip,
Yorgun tuşlarına basıyorum hayatın.
Bilmediğini biliyorum ama duy;
Hiçbiri bu kadar yırtık olmadı yalnızlıklarımın.

Ve bil ki;
Senden sonra bir daha kahvaltısına yetişemedim sabahları...



Ben iki elimde iki hançer
Kıpkızıl günahlar örmüşüm

Bu eller benim ellerim cennetten kovuldular
Kan kusan geceye nehir nehir
Tükrükle boğulan ezilen lanetlenen
İrin yüklü bakışlardan bu kaçıncı kaçışım
Bu kaçıncı saplayışım tırnaklarımı yüreğime
Ama ölmedim
Neden ölmedim

Öptüm ölümün kaynamış tutkal kokan ağzından
Kara kara yengeçlerin yuva yaptığı
Işık değmemiş ıslak saçlarına astım kendimi
Belki bin yıl sallandım durdum
Ama ölmedim
Neden ölmedim

Bıktım bu dost cüceler ülkesinde
Dev yalnızlığımı sırtımda taşımaktan
Yorgun alnımdan
İri terlerin aktığı kör kuyulara
Yılanların ve akreplerin
Ve ısırgan böceklerin susuzluğunu gideren
Bu denizler benzindi hep
Ve hep ne varsa deniz denilen kıyılarda ateşler…


şamdanın üzerinde güneş duruyordu
üflesem akşam olacak
akşam yine, akşam yine sen
sen içimde büyüyen çıngırak

gökçe yalnızlığında yorgun güvercin
sevmek en güzel yalan inandığım
parmakların bir gitarın telleri bırak çalsınlar
kristal bir çiçek gözlerin hiç solmayan
ve tanrı en büyük varlık
en garip bahçıvan

ne zaman bir gemi görsem deniz çağırıyor
belki çoktan kaçardım sen çağırmasan
kader kırmızı ışıklarını yakmasa
sen kırmızı ışıklarını yakmasan
durup durup beklemesem kahrolmasam
tozlu bir sokakta adını parmağımla yazıyorum
istanbul’da beyoğlu’nda bebek’te
bir ses duysam senin diye koşuyorum
yanımda olduğun halde evinde aramasam
ne zaman bir gemi görsem ıslanıyorum

bütün anılarımı indiriyorum direklerinden bak
bak sevgimin rüzgârı ne kocaman
sen bir bayraksın artık bundan böyle

dalgalan…




Çocuk olmak vardı., hayatın siyah beyaz sayfalarındaki gibi...
Küçücük odalar sanki kocaman dünyalardı...

Kırıktı iki oyuncaktan birisi, ne olmuştu sanki? Kıyamet mi kopmuştu?
Ağlayabilmenin diğer adıydı çocukluk... Anlamadan gülebilmekti yetişkinliğin tam aksine...
Pencereden bakabilmek bile dertti, uzansan yüksek; zıplasan anlamsız... Olsundu!
Ne olmuştu sanki? Benim odam oyuncaklarımla daha büyüktü dışarıdaki dünyadan...
Yere düşünce dizler o zaman daha çok acırdı... Ağlardık... En azından;
Yüreğimizi nasırlatmamayı, içimizin acıyabilen ruhunu kaybetmemeyi başarıyorduk...
Çocuk olmak vardı her fotoğrafta umarsızca gülümserken...

Sokaklar çok uzun gelirdi o zamanlar, Boydan boya bir ömür... Arka sokak tam bir gizem hazinesi...
Yağmur sevimli yağardı eskiden... Başıboş topraklarda çamurla sarmaş dolaş, Yapış yapış...
Bazen yağmur oluverirdik, bazen çamur...
Koş!.. koş!.. Koşardık çamurların…


................GÖZ YAŞIM DEĞSE DÖŞÜME
Üşüyor yine tenim, halbuki
Yangınlardaydım varlığın yanımdayken
Şimdi donuyor tenimde bedenimde
Neden mi artık sen yoksun
Koşmak isterdim seninleyken
Haykırarak ne söylediğimin önemi yoktu
Çığlıklar atardım seninleyken.
Şimdi sessizliğin çığlıkları
Yorgun bırakıyor nefesimi..
Artık yoksun demekten yoruldum
Bıkmadan usanmadan kalbimin her soruşuna
Kaldıramıyorum..
Tüm dünyayı göğsünde taşıyan ben
Bir damla gözyaşım değse döşüme,,
Çöküyor beden dermansız kalıyor..
Bütün uçurtmaların ipini Salı verdim
Senin gibi ardına bakmadan
Süzüldüler gökyüzüne doğru,
Vasıfsız kaldım umudum kayıp,
Benliğim bensiz bedende sensiz kaldım
Ben mi kayboldum çıkmazlarda
Yoksa sen miydin beni iten kayboluşa
Suçlu aramıyorum artık üşüyorum
Donuk bedenim içimde seni…


13.04.2010

Bu sabah yoklama almasındı hayat ve fark edilmesindi öldüğüm . Torpilli bir kaçamak ile erken göçebelik yaşıyordum sonsuzluğa.

Dilsiz çığlıklar bulunurdu iç ceplerimde, hiç ses çıkaramadığım lanetli anlardan topladığım. Hüsranım kadar gerçekti yanlışlarım ve yanlışlarım kadar kesindi yaşadıklarım.

Şimdi bir gösterinin tam ortasındayım. Kulağımda bir tını. Hangi notadan girilir ki ölümcül yalnızlığa? Hiddetlendi yüzümün serzenişleri. Artık başlamıştım (her ne kadar duyulmasa da ) içimin feryadlarına !

Bir peçeteye sığdırıldı haykırışlarım. Oysa ben hiç bilmediğim bir ezgiden başlamak isterdim isyanıma. Kimsenin anlayamayacağı bir replikten...

Siz hiç dilsiz şahitlerin yalan söylediğini gördünüz mü ? Ben çoğu kez rüyalarda rastlarım onlara. Zehir olan rüyalarda...

Öylesine bir durağın saçma…


Yar uzat ellerini dokun son kez kanayan yüreğime…cnm acıyo yakıyo sensizlik,wuruyo günden güne hasretin… yokluğun tahammül edilmez oldu…gidiyorum bu şehirden, hatıraları, güzelliği, mutluluğu, wazgeçemediğin boğazı, tüm mawileri, güzelliğiyle herkezi büyüleyen bu koca şehri awuçlarına bırakıyorum döktüğüm son gözyaşımla birlikte….yoruldum artık kaçışlarından benimse seni kowalamalarımdan, oysa böyle çabuk böyle acizane bi şekilde bitmemeliydi uğruna ömrümü werdiğim bu sewda, yeşermeliydi…yeşertmeliydik…
İki yürek bi sewdaya sahip çıkamadık,yaraladık,kırdık ,ağlattık çok mu zordu yoksa kendi sewdamızı sahiplenmek ona biraz olsun emek wermek….
Bir zamanlar herkezin gıpta edip imrendiği bu güzel ilişkiye bu wahşeti nasıl hoş gördük…
Aklım almıyor... Söyle ‘’yar’’ biz bu ‘’CİNAYET’İ nasıl işledik???..…



İnsan hakları beyannamesinde böyle bir hak yer almamıştır.
Hiçbir anayasada, hiçbir yasada "aşık olmak hakkı" diye bir haktan söz edilmemiştir.
İnsanlar köleliğe karşı başkaldırmış, özgürlük için canlarını bile ortaya koyarak mücadele etmişlerdir,
bu hak da insan haklarını belirleyen bütün metinlerde yer almıştır.
Seçme-seçilme hakkı, eğitim hakkı,
sağlık hakkı gibi nice hak böyledir.

Böyledir de "aşık olmak hakkı " neden hiç bir insan hakkı belgesinde yoktur?
Önemsizdir desek değildir, uğrunda mücadele edilmemiştir desek insanlar ayağa kalkar, nedendir bilmiyorum, kimsenin bildiğini de sanmıyorum.
Geçen gün bir kadın ahbabım uğramıştı.
Orta yaşlarda, kızını büyütüp evlendirmiş,
bu yaşların olgun güzelliğini hem yaşıyor,
hem de…


← prethodna 1 2 3 4 5 sledeća
Blog
Blogovi se ažuriraju svaka 5 minuta